1970 yılına geri dönelim: İngiliz üretici Range Rover, petrol krizi olmayan, dünyanın kaynaklarının henüz tükenme noktasına gelmediği bir zamanda lüks arazi aracı kategorisini icat etti.
Amaç basit ama gerçekleştirmesi çok zordu: Üst sınıf binek otomobillerin lüksü ve sürüş keyfini, arazi araçlarının gücü ile birleştirmek. Başlangıçta bu fikir mantık dışı görünse de; Range Rover, piyasaya sürdüğü modellerle, amacından öteye geçip, tüm dünyada sadık hayranlar kazandı.
1970 yılında geliştirilen Range Rover Classic, ufak tefek iyileştirmelerle tam 26 yıllık bir ömür sürdü. Modelin motor seçenekleri arasında; 3.5 L V8 134 beygirlik karbüratörlü, 3.5 Litre V8 155 beygirlik benzinli, 3.9 litre V8 182 beygirlik benzinli, 4.2 L V8 200 beygirlik benzinli, 2.4 L 112 beygirlik VM Turbodizel, 2.5 L 119 beygirlik turbodizel, 2.5 litre 111 beygirlik 200TDi turbodizel ve 2.5 litrelik 111 hp 300TDi turbodizel gibi seçenekler bulunuyordu.
Şimdi yakın geçmişe dönelim ve yazımızın asıl kahramanlarına göz atalım: 2002 ile 2012 yılları arasında üretilen Range Rover modelleri. L332 koduyla da tanınan Range Rover modelleri basitçe, “Range Rover” olarak tanındı. Söz konusu modellerin belki de en önemli özelliği, BMW himayesinde geliştirilmesiydi. Kaputunun arkasında BMW motorları barındıran lüks arazi araçları, “Sorun çıkartmaz” imajına sahipti. Maalesef gerçek, bundan çok uzaktı.
Öncelikle motor seçeneklerini ele alalım: 4.2 Litre V8 benzinli (2006–2009), 4.4 L V8 benzinli (2002–2006), 5.0 litre S/C V8 benzinli(2009–2012), 2.9 L TD6 dizel(2002–2006), 3.6 L TDV8 dizel(2007–2010)
ve 4.4 L TDV8 dizel (2010–2012). Genellikle dizel motorları tercih eden Avrupa, söz konusu Range Rover modellerinde, çoğunlukla 4.2 litre benzinliyi seçerek, otomobil dünyasında küçük de olsa bir şaşkınlık yarattı. motor, anayapı itibariyle sorunsuz gözükse de, gerçek bundan farklıydı.
2002 ile 2012 yılları arasında üretilen tüm Range Rover’lar benzer sıkıntılar ile karşıya. Öncelikle, plastik kalitesi üst seviye bir arazi aracından beklenenin gerisinde ve gerek direksiyon malzemeleri, gerekse kokpitte problemler baş gösteriyor. Sıkıntılar, 60.000 kilometreden sonra kendilerini iyice belli ediyor: Direksiyon simidinde, sürekli aşınmalar ortaya çıkıyor. Plastikler parçaların arasındaki boşluklar, ses problemine yol açıyor. Konsoldaki tüm plastik aksamlar, orta vadede aşınma sorunları ile yüz yüze geliyor.Plastiğin kırılması, Range Rover servislerinde “Direksiyon kolununu değiştirme” önerilerinin doğmasına yol açıyor. Ne var ki bu işlem, ikinci elde Range Rover’ı nispeten ucuz olduğu için tercih eden kullanıcılara göre değil.
Problemler bu kadarla sınırlı kalmıyor: Soğutma sisteminde yaşanan kaçak tarzı sorunlar, motorun ciddi anlamda zarar görmesine neden olabiliyor. Aks eklemlerindeki aşınmalar da, gözden kaçmayacak düzeyde. Fren ve debriyaj balataları, aşırı ağır ve uzun bir NBA oyuncusu ile mücadele edermişcesine aşınıyor.
Otomatik dizel şanzımanlar ise bambaşka bir sorun. Ne yazık ki, 100.000 kilometreyi aşan GM üretimi şanzımanlar kırmızı alarmlar veriyor. Havalı süspansiyon ise 100.000 kilometreden sonra büyük problemlere neden olarak kullanıcıların moralini aşağıya çekiyor. Bunlara rağmen, BMW üretimi motorların temelde fazlasıyla sağlam olduğunu belirtmemiz gerek. Ne var ki onları sarması ve koruması gereken ek parçalar o kadar da kaliteli değil. Yine de bütün olarak ele aldığımızda, Range Rover teknoloji harikası özellikleriyle ödenen ücreti hak ettiriyor. En çok tercih edilen 4.4 litrelik V8 motor, spor ve lüksü harmanlayarak 100 kilometreye ulaşmak için sadece 8.5 saniyeye ihtiyaç duyuyor ve 209 kilometre maksimum hıza ulaşabiliyor. Sürüş özellikleri ise son derece keyifli. Pahalı tamiratlar ile karşılaşmayı göze alırsanız, Ranger Rover’ın hem lüks hem de sportif harmanı sizin için kusursuz bir seçenek olabilir.