Ülkemizin yetiştirdiği en önemli tiyatro ve sinema oyuncularından Şener Şen, Brand Week İstanbul etkinliğinin Onur Konuğu olarak binlerce hayranıyla buluştu. Çocukluk döneminden tiyatroya adım atışına, ilk başrolüne kadar pek çok deneyimini paylaşan Şen, aynı zamanda pek çok eğlenceli anısını da katılımcılarla paylaştı. Yaklaşık 1 buçuk saat boyunca sahnede kalan Şener Şen, hem hayranlarının merak ettiklerini yanıtladı hem de aralık ayı itibarıyla tekrar tiyatro sahnesine döneceğinin müjdesini verdi. İşte etkinlikten dikkat çekici detaylar!
Şener Şen ‘in filmlerinde canlandırdığı karakterler aslında hayatından birer parçaydı, hayali değil gerçekti
“1950’lerde babamın (Ali Şen) işi sebebiyle Adana’dan İstanbul’a, Türkiye’nin ilk gecekondu semti olan Zeytinburnu’na geldik. Babamın asıl mesleği marangozluk, ama kurulan fabrikada da çalışıyordu. Tabii Zeytinburnu kozmopolit bir yer. Farklı şehirlerden insanlar var. Hayatla tanışmam, yetişmem, delikanlılık dönemimin kaynağı orasıdır diyebilirim. Karmaşık bir insan grubu, benim elimde olmadan gözlem yeteneğimi zenginleştirdi. Pek çok insan tanıdım. Meğerse bunlar ilerleyen yıllarda benim mesleğime çok faydalı olacakmış. O zamanlar haberim yok tabii bundan. Mesela o meşhur jilet sahnesi, benim işportacılık zamanlarımda elde ettiğim deneyimler aslında. Çiçek Abbas’taki o kötü şoförü tanıyorum zaten. Bunlar hep hayattaki gözlemlerim sayesinde ortaya çıktı.”
“Babam para kazanırsa eve yemek girerdi”
“Öğretmenliğe kadar uzun bir süreç var. 1963 yılında filan karar verdim öğretmenliğe, ama o arada geçen süre zarfında ciddi bir hayat mücadelesi vardı. Maddi olarak çok ferah bir aileden gelmediğimiz için küçük yaşta her işi deneme, çalışma, hayatta kalma mücadelesi söz konusuydu. Babam o aralar sinemaya başlamıştı, ancak ufak rollerde yer alıyor, ya az para alıyor ya da hemen para alamıyordu. Ona göre de eve yemek giriyordu. Sinemaya daha sonra başlamamın sebebi babamdır.”
Dadılı çocukluk dönemi gibi bir lüksü olmadı
“O sıralar ben de erkek kardeşim de doymak bilmediğimiz bir dönemdeydik. Hatırlıyorum, akşamki misafire ayırdığı yemeği yedik diye annem bize odun atardı. Hani dadılı büyüyen çocuklar vardır. ‘Aç ağzını, mama’ der, çocuk da tükürür. Bizim böyle bir lüksümüz olmadı. Annem kazara bir şey uzatsa parmağını yiyeceğiz neredeyse. Bizi biz yapan anne ve babanın fedakarlıklarıdır. Sonradan öğreniyoruz ki annem ve babam bize yediriyorlar. Kendilerine yemek kalmayınca akşam biz yerken onlar da çay – zeytin falan yiyor. Böyle olunca da bu tür ailelerde bir devlet işi bulabilmek kurtuluş yöntemidir.”
Malazgirt’in en uzak kazasında 2 buçuk yıl boyunca öğretmenlik yaptı Şener Şen
“Kardeşim, Deniz Kuvvetleri’ne girmişti. O sıralar ben de fabrika işçiliği, işportacılık yapıyor ve artık ne yapmalıyım diye düşünüyordum. O sıralar Bakanlık da öğretmen azlığı olduğu için sınav açmıştı: Lise mezunları eğer bir seferde öğretmen okulu sınavlarını verebilirlerse öğretmen olurlar. O sınavı kazandım ve hayatımdaki dönüm noktalarından biri oldu. Önce İzmit’te görev yaptım. Sonra da Muş’un Malazgirt ilçesinin en uzak kazasında, iyi havada yürüyerek 2 günde gidilebilecek bir yerde 2 buçuk yıl çalıştım. ‘Niye buradayım?’ diye sorgulamadım ve ilk defa kendimle baş başa kalarak ‘Ne istiyorum, ne yapabilirim?’ diye düşündüm. Sonra kararımı verdim, ‘Oyuncu olmalıyım’ dedim kendi kendime.
“Parasız olarak tiyatro yapayım dedim, kabul ettiler”
“Eskiden halk evleri vardı. Orada müzik çalışmaları ve tiyatro gibi sanatsal faaliyetler yürütülürdü. Babam da marangozdu. Bir oyunun dekorlarını yaparken orada ilgisini çekiyor tiyatro çalışması. Zaten herkes katılıyor. Oynayanlar da bakırcı, bakkal. ‘Ben de oynasam olur mu?’ diyor, ‘Tabii olur’ diyorlar. Onun yetişme yeri orası yani.”
“Daha sonra öğretmenlikten istifa edip başvurduğumda kabul etmediler. Meğerse usul değişmiş. Artık eğitimi olmayanları almıyorlardı, ama ben kararlıydım. Öyleyse ben para almadan oynayayım, bir görün dedim. Kabul ettiler. Bendeki bu coşkuyu görünce onlar da heyecanlanmıştı. Öyle başladık, neler oldu bitti zaten çoğunuz biliyorsunuz artık.
Cüneyt Arkın: “Verin bunun parasını, bir daha gelirsen ayağını kırarım”
“Seslendirmeye gidiyordum ve orada yönetmenlerle tanışıyordum. ‘Size figüran lazım değil mi? Beni çağırsanıza?’ diyordum. Figüran olarak kalabalıkta yer aldığım çok film var.
Mesela, önde Hülya Koçyiğit ile Kartal Tibet dans ediyor. Bana da bir kız vermişler. Biz de arkada dans eden çiftlerden biriyiz. Zayıfım da. İki kaşım görünüyor, ama olsun. Ben yevmiyeye bakıyorum.
Kadir İnanır ile var mesela. Hiç konuşma yok. Ben garsonum ve su bırakıyorum masasına. Kadir de şefkatli bir şekilde bana bakıyor.
Sinemada biraz daha ilerlediğim bir zaman, birkaç cümle söylemeye başladım. Cüneyt Arkın ile vardı. Kumarhane işleten kabadayılardan biri. Ben de kumar oynayıp parayı rulette yatıran bir adam rolündeyim. Ayaklarına kapanıyorum, ‘Ağabey ben ettim sen etme’ diye. Ayağıyla itiyor beni. ‘Verin bunun parasını, bir daha gelirsen ayağını kırarım’ diyor. Bunlar küçük, ilerleme rollerimdi.”
Ve Badi Ekrem ile Hababam Sınıfı macerası başladı
Hababam sınıfı, Türk Sineması’nın dönüm noktalarından bir tanesi. Seyirciyle ilişki kurma açısından bu kadar beğenilen ve uzun süre vizyonda kalan bir film olmadı. Tutunca devamı da geldi. İlk filmde Badi Ekrem karakteri yok. İkinci film çekilirken Ertem Eğilmez abi karakter için oyuncu arıyordu. Ben de tiyatroda iyi roller oynuyorum. Benden de bahsetmişler kendisine galiba. Görüşmeye gittik. O zamanlar video çekme, casting ajansı falan da yok. Ertem ağabey çok değişik bir kişilik, baskın bir karakter. Bire bir görüştü benimle, bağıra çağıra, bol küfürlü konuşurdu. Ben de kenara sinmiş dinlerdim. ‘Sen oynuyorsun’ dedi, ama text okuma falan yok. Olağanüstü bir öngürüsü vardı, çok zekiydi. Bir filmde hangi sahnelere gülünebilir onu önceden bilirdi ve seyirci de o sahnelere gülerdi.
“Namuslu filminde oynayabilmek için Ertem Eğilmez’e karşı çıktım. Sonra, ben şunu oynamam, bunu oynamam diye diye bir de baktım ki 77 yaşına geldim.”
O dönemde nedense halk beni sivri karakter, üç kağıtçı rolleriyle sevdi. Ne kadar sahtekar rolleri varsa bana getiriyorlar. Neden oldu bilmiyorum. Gerçek hayatta bunları uygulasam İstanbul’un yarısı benimdi. Tabi bunları oynayınca halkta da ‘Aa ne güzel oynuyor bu rolleri’ diye bir beklenti oldu. İşletmeciler de rolleri böyle dağıtıyordu o zamanlar. Rating sistemi gibi. ‘Bu adam bu rolleri iyi oynuyor, ona bunu verelim’ gibi. Şener Şen
‘Nihayet istediğin oldu’ diyerek başrol müjdesi verdi bana Ertem ağabey. Başrol, ama yine sahtekar. Hoşuma gitmedi bu. Ertem ağabeye dedim ki ‘Madem başrol oynayacağız, öyleyse istediğimizi yapalım.’ Beni ‘Niye bu kadar uzun süre film yapmıyor?’ diye eleştiriyorlar ya hani, işte o konu burada başlıyor. 1984 yılı. Güvencem de yok. Ertem ağabeye ‘Hayır’ denmez, çünkü dinlemez. Tam bana bağıracaktı, durdu. O sıra Arzu Film’e gelen senaryolar arasında Namuslu da vardı. ‘Namuslu’yu oynamak isterim’ dedim. ‘Senden böyle bir şey istenmiyor ki. Dikkat et. Bunu oynarsan ve tutmazsa bir daha hayatın boyunca başrol oynayamazsın’ dedi. Böyle bir derdim yoktu. Bir iş yapmak istiyorsam, sevdiğim şeyi yapmak isterim. Kabul etti ve film de ilk 10 arasına girdi de paçayı kurtardım. Sonra ben şunu oynamam, bunu oynamam diye diye bir de baktım ki 77 yaşına geldim. Şener Şen
“Yalnızca Yavuz Turgul’la film yaparım diye bir kural yok. İyi bir senaryo gelirse tabii ki oynarım, ama sevmediğim bir şeyi de yapamam.”
Şekerpare’yi yazan da o, Eşkıya’yı yazan da Yavuz, Davaro’yu da Züğürt Ağa’yı da. Bana o kadar uyuyor ki. Ben de değişik şeyler yapmayı çok seviyorum. Olanakları zorlamak istiyorum. ‘Bakalım benim oyunculuk sınırlarım nereye kadar?’ diye, ‘Yapmadığımız ne var?’ Yavuz’da da öyle bir şey var. Birlikteliğin temeli, sinemaya aynı açıdan bakışımız. Yakınlarım bilirler. Gelen senaryoları atlamadan okuyorum. Biraz beğendiğim bir şey olsa oynayacağım. Ben de faniyim sonuçta, gelip gidiyoruz. Biraz daha film yapsam ne iyi olurdu, ama beğenmediğim bir şeyi de yapamam. Yoksa ‘Sadece Yavuz ile film yaparım’ diye bir kural yok. Şener Şen
Şener Şen tiyatroya geri dönüyor!
İyi film projeleri için 5-7 yıl gibi süreler geçtiği için ben de bu süreçte tiyatro yapmaya karar verdim. 1978 yılında Şehir Tiyatrosu’nda oynadığım Zengin Mutfağı’nı aralık itibarıyla oynamaya başlayacağız. Yaklaşık 70 kişi arasından 4 oyuncu seçtik. Heyecanlıyım, yeni bir motivasyon benim için.
“Fotoğraf çekilmek isteyenler Beyoğlu’na gelsin, ama iyi günümde” Şener Şen
Şener Şen ‘e geçtiğimiz sene Taksim İstiklal Caddesi’nde kendisiyle karşılaştığımı, ama fotoğraf isteğimi geri çevirdiğini sormuştum. O da cevap olarak muhtemelen kötü bir gününe denk geldiğimi ve aslında hayranlarıyla hep fotoğraf çekildiğini belirterek bir de espri yaptı: “Fotoğraf istiyorsan Beyoğlu’na gelmeli ve gece gündüz nöbet tutarak beklemelisin ve de iyi günüme denk gelmelisin.”
–